Kemal Pressed His Lips to Nihan’s – Endless Love
Nihan konuşmamız lazım. Cümle, videonun ilk dakikalarında yankılanırken izleyici derin bir sessizliğe gömülür; Tekneciyi tutukla Hakan, birkaç gün içeride tut, kaçakçılıktan gözünü korkut. Bu, hikâyenin kalbinde atan ilk nabıztır: planlar, ihanetler ve birbirine karışmış sadakatler. Sahne, Öğümcü ormanının gölgesinde yapılacak gizli buluşmayla daha da gerilir; “Yarın buluşacağız. Öğümcü ormanında Ozan’la ilgili benden haber bekle.” Her kelime bir sonraki hamlenin habercisidir. Kamera, şüpheyle bakan yüzlere, birbirine sıkı sıkıya kenetlenmiş sırların gölgesine kayarken; “Ozan’ı öldüren adamla biz ne yapacağız?” sorusu tüm planları yerinden oynatacak zincirin halkasını gösterir. Bu paragrafta Nihan’ın kararlılığı, Kemal’in endişesi ve çevrelerindeki insanların hesap kitap yapan soğukkanlı oyunları bir arada titreşir.
İkinci perde cebinde yalanların ve yarım gerçeklerin kokusunu taşır: “Yarın dediği yere gideceğim. Gideceğiz. Tek başıma yapacağım. Nihan birlikte. Olmaz.” İnatlar sınanır; kim kimi korur, kim kime ihanet eder? Sofraların sesi, masaların diliyle harmanlanan bir kültür sahnesi kurulur: “Masada muhabbetin hası döner… O yüzden yalan dönmez masada.” Aralara sıkışan türküler, içten gelen konuşmalar ve Kleopatra’ya düşmüş bir annenin duyguları, cezaevinin soğuk duvarlarında apayrı bir sıcaklık yaratır. Bu satırlarda aşk, arzu ve intikam birbirine karışırken, bir annenin “Oğlumu görmeden gitmeyeceğim buradan” diye ısrarı insanın yüreğini kavrar; suçlu mu mazlum mu, bazen çizgiler bulanıklaşır.
Üçüncü bölümde tutku ile tehlike kol kola yürür: “Kemal Nihan’ı elinden çekip alır diye? Kemal Nihan’a yaklaşırsa bundan en çok sen korkmalısın.” Burada aşk mezara kadar sürecekse, niyetlerin karanlığı ortaya dökülür: “O aşk mezara kadar sürecekse nişanlının hasretine son veririm.” Bu cümleler, kalplerin yalnızca sevgiyle değil, saplantı ve kıskançlıkla da dolu olduğunu fısıldar. Nihan’ın bebeği, birleştirici olduğu kadar parçalayıcı bir koz işlevi görür; defterler, sırlar ve yalanlarla dolu ilişkiler bir an bile durmaz. Asu’nun iç hesapları, Emir’in tehditkar dönüşü ve Leyla’nın kıskanç çığlıkları; tüm bunlar bir arada, izleyeni nefessiz bırakacak bir gerilime çevrilir. “Ben seni anlıyorum” diyen sesler kadar “Sana düşman bile oldum” diyenler de vardır; çünkü aşk bazen en acı ilaçtır.
Dördüncü perde, planların örüldüğü, tuzakların kurulduğu andır: “Tekneciyi tutuklu Hakan… İlk iş o tekneciyi konuştur.” Emirlere itaat eden ve kendi oyununu oynayan karakterler sahneyi daraltır. Kayıtlara alınan görüşmeler, boş bırakılan randevular ve apar topar değişen adresler, güvenin uçurumunu derinleştirir: “Eğer beni dışarıda tutmaya çalışıyorsan… Emirin bizi orada görme riskini alamayız.” Burada sorular çoğalır; kim sahte kim gerçek, kim dost kim düşman? Nihan’ın “Benim de bu işin üstünde olduğumu biliyor” demesi, oyunun iki taraflı olduğunu gösterir: kimsenin tamamen masum olmadığı, herkesin bir sırrı sakladığı bir evrendir burası. Aynı zamanda Kemal’in Nihan’a olan tutkusu ile Nihan’ın kendi korkuları arasındaki çatışma, izleyicinin vicdanını sarsar: “Sana birazcık seviyorsan benden uzak dur Kemal lütfen.”
Beşinci ve final bölümünde duygular doruğa çıkar: “Bugün hayattan 10 dakika çaldım. Seninle birlikte 10 dakika.” Zamansızlığın, kaçırılmış anların ve kronik özlemin ağırlığı hissedilir. “Benim güneşim bu elden doğuyor. Buradan batıyor.” sözleri, sevginin hem ilham hem de mahvetme gücünü anlatır. Asu’nun iç çelişkileri, Kemal’in vazgeçmeyen tutumu ve Nihan’ın gizemli çekim alanı, hepsi bir potada eriyip kalbi sıkıştıran bir finale doğru koşar. “Beni bir daha düşünmemek için elimden gelen her şeyi yaptım. Sana düşman bile oldum. Ama benden hiç gitmedin.” Bu itiraflar, öfke, pişmanlık ve affın arasındaki ince çizgiyi gösterir; hikâye bitmeyen bir düğüm gibi kalır. Son perde, izleyiciyi karanlıkta bırakır; çünkü gerçek intikamın, gerçek aşkın ve gerçek suçun sınırları hâlâ çözülmemiştir.