Yargı Arşivi #13: PARS SEÇKİN DAVASI

Sabahın erken saatlerinde Kapalıçarşı’daki bir dükkânda yaşanan dehşet, tüm İstanbul’u sarsacak büyüklükte bir davanın kapılarını araladı. Bir esnafın vitrinde bulduğu kesilmiş bir insan eli, kısa sürede cinayet büroya ulaştı ve olayın seyri bambaşka bir yöne evrildi. Kalemin üzerinde yazılı olan “Neva Seçkin” ismi, daha önce kuyu cinayetlerinde katledilen ağır ceza hâkiminin adını taşıyordu. Bu isim, Pars Seçkin davasının gölgesinde yıllardır süregelen düşmanlıkları, sırları ve kanlı hesaplaşmaları yeniden gündeme taşıdı. Bulunan yüzük ve kalem ise Pars Başsavcı’ya ait çıkınca soruşturma sadece bir cinayet dosyasından çok daha fazlası hâline geldi. Bu, artık devletin en üst kademelerine dokunan, derin bağlantılarla örülmüş bir tehdit oyununun başlangıcıydı.

Savcılar, emniyet ve adli tıp uzmanları olay yerinde yoğun bir mesaiye girişti. İlk incelemeler, elin Pars’a ait olabileceğini düşündürdü ancak kesinlik yoktu. Parmak uçlarının özel olarak zımparalanmış olması, adli tıp için parmak izi alma imkânını ortadan kaldırmıştı. Bu da faili meçhullerin alışıldık yöntemlerini akıllara getirdi. DNA testi için Pars’ın kişisel eşyalarına başvurulması gerekti ve diş fırçası örnek olarak alındı. Bu sırada tehdit mektubu niteliğindeki “Bütün sevdiklerini tek tek” yazısı, tüm ekipte büyük bir tedirginlik yarattı. Çünkü bu yalnızca Pars’a değil, etrafındaki herkese yöneltilmiş bir intikam yeminiydi. Derya Savcı’nın nişanlısı olması sebebiyle hedef hâline gelmesi ihtimali, soruşturmayı daha da hassas bir noktaya taşıdı.

Gelişmeler çığ gibi büyürken, olayın arkasında Igor ve çetesinin olduğu iddiası gündeme geldi. Oğlunu kaybetmiş bu karanlık figür, intikam için gözünü karartmış, Özge’den ve Pars’tan hesap sormaya ant içmişti. Ancak emniyetin yakaladığı Igor, tüm şüpheleri reddederek işaretleri başka bir yöne çekti: “Benim davam başsavcıyla değil, seninle savcı,” diyerek Ilgaz’a meydan okudu. Bu sözler, aslında kişisel bir hesaplaşmanın fitilini ateşliyordu. Oğlunun ölümünden savcıyı sorumlu tutan Igor, artık yalnızca bir tetikçi değil, devletin kalbine korku salacak bir düşman hâline dönüşmüştü. Onun ağzından dökülen “Her seferinde morgun yolunu sana ezberleteceğim, bütün sevdiklerini tek tek kaybedeceksin” tehdidi, soruşturmayı derin bir psikolojik savaşın içine sürükledi.

Derya, Pars’ın akıbeti hakkında gerçeği öğrenmeye çalışırken duygusal çöküşün eşiğine geldi. “Öldü mü, nerede Pars?” sorularıyla sarsılan genç savcı, Ilgaz’dan kesin bir cevap alamayınca sinir krizi geçirdi. Adliyedeki her gelişme, her yeni bilgi kırıntısı, Pars’ın yaşıyor olabileceği umudunu biraz daha tüketiyordu. Kamera kayıtlarının kesildiği, hiçbir iz bırakılmadan işlenen bu olay, “hayalet gibi girip çıkan” bir failin varlığını gösteriyordu. Öte yandan, su satan bir çocuğun tanıklığıyla arabada yalnız olmadığı, yanında bir kadın ve pembe montlu bir çocuk bulunduğu ortaya çıktı. Bu detay, tehditlerin sadece Pars’la sınırlı kalmadığını, masumların da bu kanlı oyuna dâhil edildiğini kanıtladı.

Soruşturma ilerledikçe Pars Seçkin davası bir devlet krizine dönüştü. Başsavcının kayboluşu, vekâleten atanan yeni başsavcının gölgesinde yürütülen soruşturmalar, halkın paniğe sürüklenmemesi için gizli tutulmaya çalışıldı. Ancak gizlenen her bilgi, adliyedeki gerginliği daha da büyüttü. Derya’nın gözyaşları içinde “Beni kandırmayın, Pars nerede?” diye haykırışı, aslında tüm Türkiye’nin sormak istediği soruydu. Adli tıptan gelecek DNA sonucu gerçeği aydınlatacak tek umut olarak kaldı. Igor’un susturulmaya çalışılan itirafları, derinlerde başka tetikçilerin ve daha büyük bir örgütün işaretlerini veriyordu. Artık mesele sadece bir başsavcının hayatı değil, tüm yargı sistemine yöneltilmiş ölümcül bir tehditti. Bu davanın sonunda ya Pars Seçkin hayatta çıkacak ya da Türk adalet tarihinde kara bir sayfa daha açılacaktı.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *